“Bir kadın olarak neler yapabileceğimi bilmiyordum”

Göç eden insanlar cesur insanlar diyor; bu haftanın konuğu Dürsaliye Şahan ve ekliyor,

Göçmenlik, yolculuk. İlk başta özgürlük ve yeni bir hayatın başlangıcı. Bir kadın olarak neler yapabileceğimi Londra’da keşfettim. Bir kadın olarak neler yapabileceğimi bilmiyordum aslında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Düşe kalka öğrenerek bir hayat kurdum. Hayatın akışına inanan biri olarak önüme gelenlerle yaşamaya başladım. Bir yabancı olarak geldiğim ülkenin vatandaşı oldum. Çocuklarım oldu. Yeni arkadaşlarım oldu. Artık onlar eski arkadaşlarım tabi ki.”

34 yıllık Londra hikayesi bulunan Dürsaliye Şahan, Gazeteci kimliği ile Türkiye toplumunun yoğun yaşadığı Hackney bölgesinde uzun yıllar hem yaşamış hem de toplumu gözlemleyerek yazılar, kitaplar ele almış bir isim. “Türkiye’deyken göçmenlik kavramını ilk Sivas’tan İstanbul’a göç ederken deneyimlemiştim ardından İstanbul’dan Londra’ya göç ettim. Göçmenlik, yolculuk. Yeni bir yere gidip kök salmak, yurt edinmek. Evsiz insanlar gidip eskiden bir hazine arazisine gecekondu yapardı sonra orada bir mahalle oluşurdu. Göçmenlik biraz öyle davet edilmediğiniz bir yere kök salmak gibi. Kendine bir alan yaratmak zorundasın. Göç eden insanlar cesur insanlar. Göçmen bir anlamda kölelik gibi algılanır. Bir gün bakarlar o köle efendi olmuş. Tarihte de böyle olmuş. Türkiye’de göçmenlerin çok aşağılandığını görüyorum. Suriyelileri ele alalım onlara çok hoyratça bakıldığını görüyorum.”

İlk geldiğimde İngilizler bizim toplumumuza “siz burayı gördünüz, sıcak suyu gördünüz, mutlu olun. Kaloriferli eve kavuştunuz.” bakışı ile bakarlardı, bu bana çok itici geliyordu. Bu bakış açıları yazılarımı, çalışmalarımı besledi diye belirtirken Dürsaliye Şahan’ı tanımaya başlıyorum.

Önce biraz sizi tanıyalım? Kendinizden bahseder misiniz?

Gazeteci, yazar, iki çocuklu göçmen bir anne. Aklıma gelen en kısa tarif bu.

Ne zaman geldiniz? Bu hikaye nasıl ve neden başladı?

1989 yılında geldim. Hep yurt dışına çıkmak istiyordum zaten ama gelişim biraz da hasbelkader oldu. Gelirken geride bıraktıklarıma iki ay sonra dönerim demiştim ama aslında dönmeyeceğimi içten içe biliyordum.

O günden bugüne hayatınızda neler değişti? Neleri fark ettiniz?

Doğduğum ülkeden ayrılmakla zaten göçmenliğe geçmiş oldum. Göçmen olmak beni çok zorlamadı; çünkü gelmeden önce ailemle birlikte İstanbul’da yaşıyorduk ama oraya da Sivas’tan göçmüştük. Yani doğudan batıya göçmek gibi.

Bence göçmenlik giderek artıyor. Artsın zaten. Sınırlar kalksın. Herkes her istediği yere gidebilmeli.

“Hackney’i doğduğum köy gibi sıcak hissediyorum”

Burası sana ne öğretti?

Birçok şey öğretmiştir muhakkak ki. Az önce söylediğim gibi ilk başta göçmenliği öğrendim. Batılıların düşünce tarzını, yaşam biçimlerini yakından izleyerek öğrendim.

Ha tabii bir de gettolaşmayı burada daha iyi öğrendim. Hatta Türkçe-Kürtçe konuşan toplumun yoğun olarak yaşadığı Hackney’i gettom olarak görüyorum ve oraya ithaf ettiğim bir karikatür kitabım bile var. Zabit Londra’da. Hackney’i doğduğum köy gibi sıcak hissediyorum ve orayı seviyorum.

Dönmek senin için ne ifade ediyor?

Hiç öyle bir planım olmadığı için bir şey de ifade etmiyor. Ama dünya o kadar küçüldü ki, her an her yerde olabiliyorsunuz. Zoom toplantılarına bakın. Zaten artık yarı Türkiye yarı İngiltere gibi yaşıyorum ben. Sabah karar verdiğimde akşam uçağa binip gece orada olabiliyorsam ayağımın biri Türkiye’de demek değil mi?

En şaşırdığın olaylar?

Burada birçok insanın köpeği var, bunların yüzde 90 ve daha fazlası köpeğinin bıraktığı pisliği temizliyor, bu benim çok hoşuma gidiyor. Evcil hayvanınız olabilir, ona bakmak sizin sorumluluğunuzda olması lazım. Fırsat eşitliği var; örneğin burada doğu toplumları ile kıyasladığınızda yasalara geçmiş bir kadın- erkek eşitliği var. Cinsel tercihler konusunda yine aynı şekilde bu bir toplumun demokratik olduğunu kanıtlaması için önemli bir basamak. Demokratik bir toplumun önce bireylerin haklarını koruması gerekiyor onun dışında yani ırkçılık yasal olarak engellenmiş, yasal bir düzene alınmış. Ve fakat demokrasi beşiği olduğunu söyleyen bir devletin de savaşları desteklemesi hatta planlaması kocaman bir aaaaa dedirtiyor.

“Yaşadığım yeri sevdiğim için olmalı, coğrafya özlemi yok içimde”

Peki özlemi nasıl tanımlayabilirsin?

Yaprak sarmasına özlem duyabilirsiniz. Benim doğduğum köy çok güzeldir bu özlemi de gidip gelerek gideriyorum. Geçmişte güzel anılar bırakan herhangi bir anınızı özleyebilirsiniz. Ya da kaybettiğiniz bir arkadaşınızı, bir yakınınızı özleyebilirsiniz. Olsa da şöyle karşılıklı bir kahve içseydik özlemi. Yaşadığım yeri sevdiğim için olmalı, coğrafya özlemi yok içimde.

“Kötüyle, iyinin arasında kalmak her zaman her yerde zor”

Arada kalmak sana ne ifade ediyor?

Kötüyle, iyinin arasında kalmak her zaman her yerde zor. Biz savaşa, sömürüye, haksızlığa karşıyız. Ama yukarıdan bir yerlerden o savaşı, o sömürüyü, o haksızlığı dayatanlar varsa ki dünyanın her yerinde bu böyle onlara karşı mücadele etmek tam da arada kalmak oluyor. Düşünün ki onları dayatan sistemlere vergi ödüyorsunuz. Yani onların bir parçası oluyorsunuz. Bu arada kalmak ve çözümsüz olmak değil mi?

“Çocuklarımı Türkiyeli bir anne olarak yetiştirdim”

Çocuklarımı Türkiyeli bir anne olarak yetiştirdim. Oğlumu mesela paşam diye seviyordum. Farkında olmadan yaptığınız annelik sizin o getirdiğiniz kültürünüz, anneliğinizi besliyor. Türkiyeli, Doğulu bir anne olarak çocuklarımı kısıtlamıyorum ancak sofrayı ben hazırlıyorum. Çocuklarını şımartan bir anneyim. Bunların sancılarını yaşadım, oğlum sanki bu yüzden biraz maço oldu.

Türkiye’ye gittiğinde ne hissediyorsun özellikle ilk gidişindeki his neydi, peki buraya ilk geldiğindeki his?

6 yıl gitmedim. Hürriyet gazetesinde çalışıyordum, birikmiş işlerim vardı. Bir an önce Londra’ya dönmek istiyordum. Londra’ya geldiğimde bundan sonra ne yapacağımı düşünmüştüm. Geldiğimin ertesi günü iş aramaya başlamıştım. Bir ay sonra temizlik işçiliğine başlamıştım. Bir yıl sonra buradaki lokal bir gazetede dizgici olarak işe girdim. İki dönem hafta sonu okullarında öğretmen olarak çalıştım. Özel ders veriyordum. İki ayda garsonluk yaptım onu da hiç beceremedim. İstanbul’a her gidişimde sanki nüfus biraz daha artmış gibi geliyor bana. Bu kadar kalabalık fazla diyorum. Onun dışında özlediğim yemekler varsa ve onları tadıyorsam iyi ki bu ülkede doğmuşum moduna giriyorsunuz. Elbette oradaki arkadaşlarım sevdiğim yakınlarım benim için kıymetli ve onlarla geçen zaman da çok hoş oluyor.

Gitmek mi? Kalmak mı?

Kalmak

Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?

Düşünüyorum. Hissedenleri çok duydum, inanıyorum vardır görmedim demek imkansız ancak olmadı galiba şanslı bir kesimden olabilirim ama Gazetecilik yaparken fark ettim o da bizim içinde bulunduğumuz konumdan kaynaklanıyordu. Biz buradaki kuralları bilmiyorduk, siz burada özel hayatın koruma altında olduğunu biliyor musunuz sonra bunu burada öğrenmiştim. Muhakkak ikinci sınıf muamelesi gördüğüm anlarım olmuştur ama aklımda kalmamış demek ki.

Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun?

Özellikle yemek konusunda, evet. Her ne kadar dünya mutfağında ilk sırada değil dense de benim için Türk mutfağı ilk sıradadır ve ben hep o tadı ararım.

Türkiye’ye olan bakış açın değişti mi? Ne gibi farklılıklar görüyorsun?

Çok büyük farklar var. Elma ve Armut bile değil. Gelmeden önce de Türkiye’ye bakışım onaylayıcı bir bakış değildi zaten. Biraz da onun için geldik. Her geçen gün biraz daha karşı bakış halimiz artıyor.

Kendini buraya ait hissediyor musun?

Çoğunlukla.

Göç sizce ne demek?

Göçmenlik, yolculuk. İlk başta özgürlük ve yeni bir hayatın başlangıcı.

Yeni bir yere gidip kök salmak, yurt edinmek. Evsiz insanlar gidip eskiden bir hazine arazisine gecekondu yapardı sonra orada bir mahalle oluşurdu. Göçmenlik biraz öyle davet edilmediğiniz bir yere kök salmak gibi. Kendine bir alan yaratmak zorundasın. Göç eden insanlar cesur insanlar. Göçmen bir anlamda kölelik gibi algılanır. Bir gün bakarlar o köle efendi olmuş. Tarihte de böyle olmuş. Türkiye’de göçmenlerin çok aşağılandığını görüyorum. Suriyelileri ele alalım onlara çok hoyratça bakıldığını görüyorum. Ucuz iş gücü, sömürü demek. Dünyanın her yerinde kapital sistemde sömürüye açıksınız.

Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun?

Dünyanın her tarafında olduğu gibi burada da yaşam koşulları giderek ağırlaşıyor. Özellikle çalışan kesim için. Ekonomik bunalımlar arttı; ancak Türkiye ile kıyasladığınızda elbette burada alım gücü daha yüksek.  Türkiye parasıyla süt, et ürünleri daha uygun.

Buraya geldiğin için hayatında neler değişti?

Bir kadın olarak neler yapabileceğimi bilmiyordum aslında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Düşe kalka öğrenerek bir hayat kurdum. Hayatın akışına inanan biri olarak önüme gelenlerle yaşamaya başladım. Bir yabancı olarak geldiğim ülkenin vatandaşı oldum. Çocuklarım oldu. Yeni arkadaşlarım oldu. Artık onlar eski arkadaşlarım tabii ki.

En yakın arkadaşım mahalleden komşum, Türkiye’den

 Ortak dil olarak İngilizce konuştuğun arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar? 

En yakın arkadaşım mahalleden komşum, Türkiye’den. Türkiyeli çok yakın dört kadın arkadaşız. İngiliz arkadaşlarımla da iyiyiz,  onlarda yine mahalleden arkadaşım. Ayaküstü genelde konuşuruz. Birkaç kere buluştuk. Seyahat etmeyi çok seviyor. Bir ara yürüyüş gruplarındaydım onlar kadar yürüyemesem de epey vakit geçirdik. Önemli olan ruh beraberliği hangi ülkeden olursan ol yaşam biçimin farklı olsa da ruh beraberliği birleştirici.

Burada gördüğün Türkiye algısı nasıl?

Fırsat ülkelerinden biri olarak görüyorlar. Gelişmemiş bir ülke algısı. Çok kötü. Gerçekten kötü. Öncelikle ekonomik çıkmaz insanları bunalıma sürüklüyor ister istemez. Açlık oyunlarının başka bir versiyonu gibi. Ve nedense kimse aldırmıyor gibi.

Ruhun ve kalbinde burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Buradayım ama kalbimin bir köşesinde elbette ülkem var. Kimsenin elimden alamayacağı güzel ülkem.

Deneyimlerinden eklemek istedikleriniz var mıdır?

34 yıl o kadar deneyim var ki. İlk geldiğimde İngilizler bize “siz burayı gördünüz, sıcak suyu gördünüz, mutlu olun. Kaloriferli eve kavuştunuz.” bakışı ile bakarlardı, bu bana çok itici geliyordu; çünkü köyden gelmiş bir kadın bunları görmemiş; ancak burada mutlu değil o bu fırsatların farkında değil. Ben de onların hikayesini yazmaya başlamıştım, yazdıkça rahatlamaya başladım. Bir gün Leicester kalesine gitmiştik. Orada bir İngiliz orayı anlatıyordu. Tarihin şu döneminde işkence aletleri satıyoruz, diyorlardı. Kaleden çıktığımda dağılmış gibiydim. Leicester kalesi üzerine hikâye yazıp ödül almıştım.

İlk geldiğim yıllarda bir arkadaşım tercümanlık yapıp çalışıyordu. Bir gün geldi, bir adam var iki tane eşi var; İçişleri Bakanlığı diyor ki kime vereceğiz, vizeyi merakta ediyorum ne yapacaklar, nasıl bir sonuç olacak. Onların çok ilginç bir hikayesi vardı. İçişleri Bakanlığı her iki eşine de vize vermişti. Onların bu olayının konusunu ele alan tiyatro oyunu yapmıştım.