Ölenlere ne diyeceğiz “Neden öldüler”

18 saatlik gidiş yolunda kafamdaki sorularla 18 saatlik dönüş yolundaki aklımdaki sorular, kurgular arasında birçok uzaklık oluştu.. Kafamda ne bekliyorum’u düşünmüyordum, doğrusu.. Aklımda insanların nasıl olduğu ile ilgili bir soru vardı ki onunla ilgili de dağınıkta olsa kafamdaki parçalar yanıt buldu. Gidiş yolundayken zihnimin içerisindeki çerçeve kuruluydu dönüşte ise çerçeve dağınık.. Zihnimin puzzle parçaları arasında birçok ‘karşılaşma’ yaşadım.

18 saatlik yol bitmiş, yokuşlar ardından dağ etekleri ile çevrili Antakya’ya varmıştım. 1 güne çok şey sığdırmalıydım.. Çok yorgundum ama devam etmeliydim. Tanımadığım insanlarla sarıldım, acılarını paylaştım, sarsıntıyı hissedip hep oluyor dediklerinde kanıksamayı gördüm, nasıl bir korkunun içerisinde olduklarını buna da gücümüz yetmez dedikleri şeyleri nasıl kaldırdıklarını fark ettim, 30 gün duş alamamış insanları görünce başımın zonklaması acı verirken bir günde uyuma, duş alma çok mu diye kendime kızdım..

O konteyner kentler toplu savaş alanları gibiydi..2. Dünya Savaşı konulu izlediğim filmler, savaş kampları gözlerimin önünden geçti.. Ürktüm.. Şehir merkezinde vinçler… Taşlar ardında insanlara ait eşyalar… Kurumuş limon ağaçları.. Terk edilmişlik, hissi.. Hasarlı evlerde yaşamaya devam eden insanlar..  Mezarlığa geldiğimizde ise ağlayan bir kadın onu teselli eden erkek.. Kamerayı çıkarmaya utandım.. Kime ait olduğu bilinmediği için numaralı mezar taşları.. Gözlerindeki ışıltı kırılmış, insanlar..  2014 yılında geldiğimde Antakya’ya, ne güzel lezzetler dediğim hiçbir lezzetin eski tadı yoktu… 2014 yılında çarşıda gördüğüm ne kadar eski bir şehirleşme, eski dükkanlar dediğim tüm yerler yıkılmıştı..

Asimilasyon, kültürel erozyon, yabancılaşma kavramlarına şahitlik ettim. İlk defa Samandağ’a gittim ve Arap alevisi bir ailenin misafiri oldum, kendinizi kim olarak hissediyorsunuz dediğimde ‘Arap’ cevabını aldım. Gönlü geniş insanların güzelliğine, az ekmeğini bile bölüşen insanların güzelliğiyle kalbim yumuşadı.. Kızımı kurtaramadım, evimin neşesiydi deyip ağlayan annenin hıçkırıklarında kamerayı kapatıp ona ortak oldum sonra Arapların acı kahvesinden içtik, çocukların enerjisiyle gülümsedik…

Dün vardığımda eve, içimde hemen tüm görüntülere bakma hissi vardı, yapamadım.

Gözlerim kendiliğinden kapandı ve bir gün sonra açıldı. Hemen yazı yazmak istedim.. Sineklerin Tanrısı romanında Golding, insan doğasının bencil ve vahşi olduğunu vurgularken Camus Veba romanında bunun tam tersini savunmuştu. Her ikisini de gözlemleyebildiğim kadar gözlemlemiş oldum. Net bir cevabım yok, bununla ilgili..

Tek bildiğim bir şey var ki paranın, gösterişinin merkezde tutulduğu bir çoğrafya diliminde insanların farkındalıklarının artması dileği.. Dağ eteklerine kurulan hiçbir ev yıkılmamıştı, şehir merkezinde yıkılmayan ev ve hotel vardı. Ovalar, tarım şehri burası.. Aynı zamanda medeniyetler şehri.. Güneş’in, Medeniyet’in  Mezopotamya etkisinin barındırıyor, içerisinde. Suriye’den vuruyor, buraya Güneş’in etkisi.. Ovalara neden evler yapıldı? Nasıl yapıldı? Mukavemet bilmeyen, zemin etütü, sıvılaşma, cebini gösterip imza atalım diyen zihniyetler nelere yol açtığını bir görsün isterim..

Yurtsuzluğun, evsizliğin, çaresizliğin adresi bu yıkım çoğrafyası.. Ve gitmediğim diğer 9 il.. Hayatın bir döngüsü var zamanla zenginleşmeye inanın, hızla olan hiçbir şey hakikat taşımaz.. Başınızı yastığa rahat koyup mutlu, hakiki bir yaşam yaşama isteğinin çoğalmasını diliyorum.. Tam tersini yapıp mutlu olan görmedim.. Lüks araçlarının lüks evlerinin içerisinde mutsuz ölen çok insan var.. Bu binaların yıkılmasına sebep olanlar nasıl yaşamaya devam edecek..

İzmir depreminde Bayraklı’da yıkılan bir binayı yapan kişinin torunu o binada ölenler arasındaydı.. Böyle, hayatın bir işleme mekanızması var.. Görmeyi bilirseniz her şey birbiriyle bağlantılı… Bunun yolu vicdanlı yetenekler bunun yolu parayla satın alınamayacak çok şey olduğunu “öğretmek”…  Emeği, azmi teşvik etmek ve takdir etmek.. Dünyanın acımasız kurgusu.. Bu sadece bir karalama.. Daha anlatacak çok şey var..

Behçet necatigil’in Arada şiiri ile selamlıyorum, bu günleri..

Her şey araya giriyor, aradan çıkıyor

Arada çocuklar doğuyor, büyüyor, yürüyor

Arada evler, evlenmeler, ölümler duruyor

Arada yaz, kış, bahar, dünya dönüyor

Biz unuturuz başka!

Ölümler arada, hatırlatır

Dünyanın malını toplasak da

Bu dünyanın sonu vardır

Ölümler varsa arada, anılar da var

Secdiğin miydi, geceleri

Gelir uykulara canlı. Nemli sabahlara taze

Açılmış çiçekler kadar.

Zorluklar varsa arada,

İnsansın!

Engellere harcanmayan güçler ne güne

Dayat ki, yaşadığını anlayasın..!!

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir