“Ya birlikte delireceğiz ya da birlikte yeniden köklerimizden filizleneceğiz”

5 Şubat günü güneşli bir Londra gününde buluşmuştuk, bu haftanın kahramanı Selin ile… Dışımızdaki dünyada anavatanımızda olacaklar hakkında hiçbir fikrimiz yokken uzaklaştıkça fark ettiklerimizi, göçmenin, köklenmenin, bağ kurmanın nasıl bir süreç olduğunu ve nicesini konuşmuş, “Ah ne de güzel oldu” demiştik…

Ertesi gün doğduğumuz kıtanın bir acı yankısını daha toplumsal hafızasına ekleyeceğini nereden bilebilirdik ki…

Geçtiğimiz bu iki haftalık sürede ise göçmenin ve köklenmenin nasıl bir süreç olduğunu bir kez daha görmüş bulunduk.

Kolektif bilincimiz hüzün dolu… Ülkemizde hakikat komisyonları kurulsa nice gözyaşları dökülür… Hiç düşündünüz mü..?

Çemberin dışında da kaybolmayan bir bilinç bu… 15 günlük süreç boyunca dünyanın dört bir yanında yeni bir yaşam kuranların Twitter hesaplarında paylaştıklarını okudum, hepsi hem öfkeli hem de kolektif bilinçten uzak olmalarının sancılarını yaşıyordu.. Daha hassas, kırılgan, öfkeli bir bilinç.. Çemberin dışında oluşan o süreç; çünkü göçmekte bir yas süreci… Böyle durumlarda göçmenin yas bilinci tetikleniyor.

Sonra kolektif bilincimize yeni bir acının eklendiği bu acı olguyu sordum, bu haftanın kahramanına, hiçbir şey yokmuş gibi geçemezdim;

Depremi saat kaçta ve nasıl öğrendin?

Sabah uyanınca eşimden öğrendim. “Gaziantep kalesi bile yıkılmış” şeklinde iletti ve çok büyük bir şey olduğunu anladım. Yine de o anda 10 ilde bu kadar büyük bir yıkım olduğunu ve bu kadar can kaybı olacağını algılayamadım. Muhtemelen İstanbul’da yaşıyor olsam ne düşünecek ve hissedeceksem o anda yine onları yaşadım.

Neler hissettin, peki? Buradaki çevrenden insanların merakı nasıl oldu?

İlk anda değil ama 12 saat 24 saat sonra hala yardım ulaşmamış koca şehirler olduğunu gördükçe kendimi hayatımda hiç bu kadar işe yaramaz hissettiğim bir vakit olmadığını farkettim.

Hayatımın en çaresiz kaldığım zamanlarından biriydi. Bugün 10’uncu gün ve 10 gündür kalbim acıyor; hala gün içinde yemek gibi pek çok şeyi yaparken onu yapabilme imkanına sahip olduğumu fark edip utanç duyduğum anlar oluyor.

Yabancılarla olan diyaloglarıma gelince de, ilk olarak arayıp ailemi ve benim nasıl olduğumu soran arkadaşlarım Hindistan, Etiyopya gibi ülkelerden gelenlerdi. Bir doğa olayının nasıl da felakete dönüşebileceğini ancak onlar algılayabiliyor çünkü. İngiliz ve Avrupalı arkadaşlarımdaysa, hepsi değil ama yüzde 90’ı diyeceğim, çok daha mesafeli ve yüzeysel boyutta ilgiliydiler. “Ailen nasıl?” sorusuna aldıkları cevaptan sonrasıyla ilgilenmediler. Ailem iyi olsa bile hiç tanımadığım insanlar için de acı çekebiliyor olmam onların bireysellik anlayışıyla örtüşmüyor. Bu olay bana bu durumu çok daha net gösterdi. Biz beraberliğin ön planda olduğu bir toplumuz.

Selin’nin de belirttiği gibi biz birlik ve beraberliğin ön planda tutulduğu, bağ kurma anlamında güçlü bir kültürün olduğu bir çoğrafyadan geliyoruz.

Londra’ya göç eden Selin Yetimoğlu, “Bir yerden kaçmak değil de bir yerin seni çekiyor olması gerekiyor” diyor.

Ruhun ve kalbinde burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Burada olması için çok çabalıyorum. Şöyle bir şey okudum. 1600’lerde Bazelli bir doktor köyden Bazel’e büyükşehire göçen kişileri incelediğinde ortak semptomlar görmüş ve bu literature yurt hasreti olarak girmiş. Bundan yıllar sonra Alman bir psikiyatr bu konuyu gündemine almış ve buna kökten kopma sendromu demiş. Bu çok anlamlı geldi bana kendimle özdeşleştirdim, bunu. Bana şunu hatırlattı. Küçükken papatya koparıp anneme götürürdüm ve akşam sofrada o olurdu. Her geçen gün suyun içerisinde olsa bile yavaş yavaş kuruduğunu gözlemlerdim. Kökten kopma sendromu da bir şekilde bu. Hayat standartın ne kadar yüksek olsa da göç yoluna çıkan herkesin bunu sorguladığı oluyor.

Deneyimlerinden eklemek istediklerin?

Yurtdışına göç etmek için düşünen insanlara söyleyeceğim şu olabilir, birçok danışanımdan, arkadaşlarımdan biliyordum zorlukları ancak yaşayınca daha çok anladım. Psikolojik dayanıklılık, psikolojik bir sermaye gerekiyor, burada. Bir yerden kaçmak değil de bir yerin seni çekiyor olması gerekiyor. Londra’ya daha önce iki kere gelmiş ve çok sevmiştik. Bir şeyden kaçıyor olsaydık bu daha zorlu bir süreç olabilirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir