“Başka bir ülkede her şeye yeniden başlıyorsunuz, yeni bir hayat başlıyor”
Köker: “Göç, yeni bir hayat kurmak aslında. Yeni bir hayatın getirdiği zorluklar, değişimler ile ufkunu açıyor. Değişimler, değişiklikleri beraberinde getiriyor, çok yönlü bakabiliyorsun. Türkiye’de göçmenlerin sınır dışı edilmesinin istenmesini, insanların bundan rahatsız olmasını anlayamıyorum. Buradaki yaşam ile empatin yükseliyor. Biz de göçmeniz neticede.”
Yeni bir yaşam öykülerinin bugünkü konuğu Gazeteci Mustafa Köker. Çalıştığı kurum tarafından 2 aylık eğitim için gönderildiği Londra’da, Türkiye Gazetesi Londra temsilciliğini üstlenmesine uzanan yol, 35 yıllık bir göç hikayesini barındırıyor, içerisinde. Kalbimi ikiye ayırdım, 29 yaşında buraya gelmiştim ve 35 yıldır, Londra’dayım. 3 ay, Türkiye’de kaldığımda Londra’yı özlüyorum. Biraz doğduğun, biraz doyduğun topraklar, tam arada kalmak oluyor derken, soruyorum. Köyde mi daha mutlusunuz yoksa Londra’da mı? “Köyde” diyerek cevap alıyorum, gülüyoruz. Londra’da Green Park’ta kuş sesleri eşliğinde başlıyoruz, sohbetimize..
Önce biraz sizi tanıyalım? Kendinizden bahseder misiniz?
Aslen Niğdeliyim. Hayatımın bir kısmı Adana ve Ankara’da geçti. Son 34 yıldır Londra’da geçiyor. Türkiye’de Gazetecilik yapıyordum, mesleğim nedeniyle Londra’ya geldim. Gazetecilik mesleğime 25’li yaşlarımda Ankara’da başladım. Parlamento haberciliği, siyasi gündem takibi yapıyordum.
Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı?
Ankara’da mesleğimden, konumumdan memnundum. Türkiye Gazetesinde İstihbarat Şefi olarak çalışıyordum. Her gün haber üreten bir Gazeteciydim. Bugünün İletişim Başkanlığı kurumunun 43 Gazeteciyi seçip İngilizce kursuna göndermesi ile başladı, hikayem. Kursları başarıyla bitirenler Londra’ya gönderilecekti. Gazetecilik, çok yoğun bir meslekti. Kursları aksatmıştım; ama dönemin Devlet Bakanı, 2 aylığına 43 Gazeteciyi de gönderelim, dedi ve böylece 1989’un Ekim ayında Londra’ya geldim, 2 ay sonra Ankara’ya geri döndüm. O zamanlar Türkiye Gazetesinin sahibi Enver Ören, “Mustafa, sen git bize Londra’da ofis aç” dedi. Şok oldum öyle bir şey beklemiyordum. Bu sürede annemi kaybetmiştim o arada dön, ofis aç dediler.
Süreç, benim inisiyatifim dışında gelişti. İlk duyduğumda tedirgin olmuştum, Ankara’da işim, düzenim iyiydi. 1990 yılının Ocak ayında tekrardan Londra’ya geldim.
O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?
Çok şey öğretti, dersem abartılı olmaz. Türkiye’de İstanbul’da, Ankara’da üst düzey insanlarla beraberdik, TBMM’de haber takipleri yapıyordum, işim dolayısıyla çevrem genişti. Ona rağmen Türkiye’de yaşarken gözlemleriniz, her şey içeriye özgü oluyordu. Dışarıya çıkınca daha geniş bir açıdan bakıyorsunuz. Başka bir ülkede her şeye yeniden başlıyorsunuz, yeni bir hayat başlıyor.
“Çimlere Basmayınız” gibi yazıların olmamasıydı”
En şaşırdığın olaylar?
Londra’da ilk etkilendiğim şehrin ortasında yer alan devasa parklardı. “Çimlere Basmayınız” gibi yazıların olmamasıydı. Sincaplarla içiçe bir hayat var. Bunlar beni ilk çok şaşırtmıştı, haber bile yapmıştım. Çevre ve şehircilik burada beni çok etkiledi. İnsanların birbirine saygısı da aynı şekilde hatta 90’lı yıllarda eskiden insanlar daha saygılıydı. Buralarında biraz demografik yapısı değişti.
Peki özlemi nasıl tanımlıyorsun?
Annen, baban yaşıyorsa; ülkene, memleketine bağlılığın daha fazla oluyor. O bağlar kopunca o istek olmuyor. Onlar olmadığı zaman daha az özlüyorsun.
“Burada insanların kurallara uyması beni çok etkiledi”
Türkiye’ye gittiğinde ne hissediyorsun özellikle ilk gidişindeki his neydi, peki buraya ilk geldiğindeki his?
O günler yurtdışında olmak, memleketinden uzak olmak gurbetçi, vatan hasreti diye tanımlanırdı. Hasta oğlumun sağlık nedenleri ve işlerden dolayı üç yıl Türkiye’ye gidemedim.
Döndükten sonra market fiyatları her şey çok tuhaf gelmeye başlamıştı. O zamanlarda yüksek enflasyon vardı. Başka bir ülkede daha sistemli yaşamaya alıştığımı fark etmiştim. Buradaki kurallar bütününü aramıştım. Burada insanların kurallara uyması beni çok etkiledi. Yaz aylarında 3 ay Türkiye’de kalıyorum ama yine buraya dönmek istiyorum. Buraya geldiğimde 29 yaşındaydım. Hayatın başında değildim, Türkiye’de bir hayatım vardı ve buraya gelince her şeye yeniden başladım. Baya ürkmüştüm, o zamanlar.
Arada kaldığın durumlardan bahseder misiniz, desem?
Bu konuyla ilgili eskiden haftalık, düzenli yazı yazıyordum. Bu arada kalmışlığı, kıyaslamaları dile getiriyorduk. Dünya globalleştikçe “yeni kavramlar” oluştu. Buradan artık Türkiye’ye günde 20 uçak gidiyor. Globalleşen dünya ile birlikte teknolojinin gelişmesiyle özlem, ayrılık, hasret gibi kavramların değiştiğini düşünüyorum.
Gitmek mi? Kalmak mı?
Bu soruyu Türkiye’de de çok soruyorlar. Yaz aylarımın büyük bölümünü Türkiye’de geçiriyorum. Biraz doğduğun biraz doyduğun topraklar, tam arada kalmak oluyor.
Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?
Avrupa’da yaşayan arkadaşlarımdan duyuyorum; Londra dışında yaşayan arkadaşların yaşadığını duymuştum; ancak Londra kozmopolitik bir şehir olduğu için bu konuda sıkıntı yaşanmıyor. Çocuklarımda burada okudu, böyle bir sorun yaşamadık. İngilizler soğuk olsa da saygılılar hislerini belli etmemeye çalışıyorlar.
Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun?
Bizim geldiğimiz yıllarda Türk Lokantası gibi yerler denilince 4, 5 mekan vardı. Türkiye’de ünlü sanatçılar geldiğinde bizim şu an vasat diye değerlendirebileceğimiz restaurantlara giderlerdi. 90’lı yıllarda yeni restaurantlar açılmaya başladı. Şu anda Türkiye’de özlediğimiz her şey burada da var. İlk yıllarda bu konuda çektiğimiz özlem şu anda yok.
“Batı ülkelerinde yaşayıp değişmedim diyenler hiç topluma karışmayanlardır.”
Türkiye’ye olan bakış açın değişti mi? Ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Mutlaka her toplumun kültürel değerleri var. Geleneklerimiz var. Yardımlaşma, dayanışma hala kısmen yaşanıyor. Kendi ülkenizin içerisinde yaşarken sadece oradan bakıyorsunuz, hayata. Çizdiğiniz sınırlar daha keskin oluyor. Batı ülkelerinde yaşayıp değişmedim diyenler hiç topluma karışmayanlardır. Sistemden etkilenmemek mümkün değil. Değerlere bakışım değişti. Öğretilmiş kalıpların dışına çıkabildim. Üçüncü, dördüncü bir gözle hayata bakıp yorumlayabiliyorsun. Örneğin; Türkiye’de göçmenleri sınır dışı edilmesinin istenmesini, insanların bundan rahatsız olmasını anlayamıyorum. Buradaki yaşam ile empatin yükseliyor. Biz de göçmeniz neticede. Aynı düşüncedeki insanlarla da ters düşüyorsun.
Göç, sizce ne demek? ve Göç-menlik..
Göç, yeni bir hayat kurmak aslında. Yeni bir hayatın getirdiği zorluklar, değişimler, ufkunu açıyor. Değişimler, değişiklikleri getiriyor, çok yönlü bakabiliyorsun. Kendi isteğin ile olmuşsa sonuçlarına katlanıyorsun. Katlanamayan, uygun bulmayan ise geri dönüyor bir de zorunlu istem dışında göçmenlikler var; sistemlerden, rejimlerden, yaşam standartları sebebiyle ülke değiştirenler ise; zorunlu göçmenler. Batı Ülkeleri onlara kapılarını kapatıyor. Ukrayna’ya Avrupalı Devletler kapılarını açtılar. Afgan, Irak, İran vatandaşları denizde boğuluyor. Göz göre göre ölüme terk ediliyorlar. Zorunlu göçmenlere kimse empati ile bakmıyor. Kendi kültürlerine yakın olanlara yakın bakıyorlar. Hizmet sektöründe çalışanlar hep Doğu Ülkelerinden insanlar.
Yabancı arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar?
Kendi dilindeki şakalaşmayla başka dildeki şakalaşma aynı olmuyor. Sizin tercihiniz bile olmadan kendi toplumunuzdan insanlarla daha güzel vakit geçiriyorsunuz ama çevrenizde başka kültürden insanlar varsa o toplumu, insanları tanıyorsun. Farklılıklarını tanıyorsun. Her bir insan farklı bir renk. Yaş ilerledikçe az insan öz insana doğru ilerliyor.
“90’larda ev almak daha kolaydı gittikçe zorlaşıyor”
Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun?
Çok anormal oldu, artık. 1990’lı yıllarda 1 aylık alışveriş sepetini 30 pounda doldururdum. Şimdi bu mümkün değil, en az 300, 350 pound. Son 40 yılın en yüksek enflasyonunu yaşıyoruz. Ev kiraları da öyle. 90’lı yıllarda 1.200 pounda ev kirası verebiliyorduk şimdi 1.200 pounda bir ev kiralamanız mümkün değil. Burada gelir-gider dengesi, Türkiye’den daha iyi olabilir. Burada evde tek bir kişinin çalışmasıyla geçinmek çok zor. Türkiye’de Anadolu’da çalışan bir memurun hayatı, Londra’da çalışan bir memurun hayatından daha iyi olabilir. 90’larda ev almak daha kolaydı gittikçe zorlaşıyor.
Burada gördüğün Türkiye algısı nasıl?
İlk geldiğimde 2 ay İngiliz bir ailenin evinde kaldım. Sıradan insanlar değillerdi. Evde her gün gazeteler okunurdu. Türkiye’den konuştuğumuzda Suudi Arabistan’dan bahsetmişlerdi. Türkiye’yi bilmiyorlardı. O zamanlar pek ilgi alanlarına girmiyordu. Son yıllarda internetin getirdiği olanaklarla Türkiye’yi tanımaya başladılar. Evvel bizi Orta Doğu kıyafetleri ile yaşayan insanlar olarak tanıyorlardı.
“İkiye bölüyorum, kalbimi”
Ruhun ve kalbinde burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?
Doğduğum, anavatanın değeri farklıdır. İkiye bölüyorum, kalbimi. Çoğunluk Türkiye’de atıyor. Hayatımın büyük bölümü burada geçti. Burası da benim evim, 3 ay Türkiye’de kaldıktan sonra dönmek istiyorum.
Peki o zaman köyde mi daha mutlusunuz, burada mı?
Köyde daha mutluyum. (Gülüyoruz)
“İmkânınız varsa mutlaka bu deneyimi yaşayın”
Buraya gelmeyi düşünenlere neler önerirsiniz?
Çok tozpembe bir hayat elbet beklemesinler. İmkânınız varsa mutlaka bu deneyimi yaşayın. Dünya bizim ülkemizden ibaret değil. Farklı kültürleri tanıdıkça etrafına daha farklı daha geniş bir açıdan bakıyorsun. Gençlerin ne yapıp edip kesinlikle bu deneyimi yaşamalarını tavsiye ediyorum.
“Hep mazeretler, sunuluyor. Türkiye’nin kaynakları buradan kötü değil”
Deneyimlerinizden eklemek istedikleriniz?
Bizim Türkiye’den gelen yerel yöneticilere buraları gösteriyorum diyorum ki bizimde böyle bir düzen kurmamız için İngiltere’den daha fazla harcamamız gerekmiyor. Benim insanım neden bunları yaşayamıyor. Beton yığınlarında neden yaşıyor, benim insanım. 1.5 yıl önce siyasi bir heyet gelmişti. Onlarla hep bunları konuştuk. Hep mazeretler, sunuluyor. Türkiye’nin kaynakları buradan kötü değil hatta buradaki belediyelerden daha iyi kaynakları var. Bunlar benim için yara. Bizim insanımızda bunlara layık.