Bildiğiniz gibi değil

#bikahvelikyazılardabugün

Her gün yeni bir zaman aydınlanıyor ve yeni bir hikaye başlıyor; ancak ne her gün aynı şekilde aydınlanıyor ne de her gün aynı hikayeler yaşanıyor. Dün, gökyüzü aydınlığı böyle bir renk şöleniyle uğurlarken bugün ise bulutlar farklı renklerle uğurluyor, aydınlığı..

Bu biraz da görmeyi öğrenmekle de ilişkili. Leonardo Da Vinci şöyle diyor; “Görmeyi öğrenin… Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz…” John Berger, Görme Biçimleri kitabında da görmek ve bakmak arasındaki farkı çok güzel anlatıyor.

Bugün ise yaşam bana, dün sunmadığı başka bir hikaye sunuyor.

Bugün 28 yıldır Londra’da yaşayan iki Afgan kadınla tanıştım, anne-kızlardı. Sohbet devamında buradaki yaşamı nasıl bulduklarını ve kendilerini nereli hissettiklerine yönelik sorular sordum. Kızı burada doğduğu için hem İngiltere hem Afganistan, dedi. Arada kalmıştı. Annesi ise Afganistan diyerek burayı hiç sevmediğini, evi gibi hissetmediğini belirtti. Afganistan’a sıklıkla gidiyorlarmış. Ben de merak ettiğimi söylediğimde, senin için tehlikeli olabilir, bukra giyerek gidersen olabilir. Bizde bukra giyiyoruz, dedi. Kızının aksanı tam İngiliz aksanıydı, ama İngiliz gençler gibi değildi. Göçmenin bir hikayesi var-mış “Arada Kalıyoruz” serimden bahsettim, röportaj vermek ister misiniz dediğimde ise Afganistan’a gittiklerini ve görüntüleri yayınlanırsa Taliban tarafından öldürülmekten korktuğunu söyledi, kızı ise hiç yorum yapmadı. “Korku” ne kadar büyük bir etki yaratıyor, insanların zihinlerinde.

(Bunu şu zamana kadar yaptığım röportajlarda da sıkça yaşıyorum. Hakikatin peşinden koşmak ve ortaya çıkarmak istemekte hiç kolay değil.)

Oysaki 28 yıl önce bu İngiltere hikayesi başlamadan önce Afganistan Sovyet etkisinde iken örneğin; bu kadın üniversite okuyormuş, o dönemin inanılmaz el sanatları var, bunları okullarda öğreniyorlarmış sonra Afgan Mücahitler geliyor ve insanlar İngiltere’ye, Amerika’ya kaçıyorlar burayı da hiçbir zaman kendilerine “ev” yapamamışlar. Türkiye’ye neden geliyorlar biliyor musunuz “ev” hissi, “aitlik” hissi için. Hep bize en tanıdık gelene yakın hissediyoruz o “hissi” arıyoruz. Bu da böyle bir şey. Malala’nın hikayesinin anlatıldığı kitapta da bu yazıyordu, bu kadında aynı şeyi söyledi. Ülkem çok güzel, sorunlar olmasa neden burada yaşayalım? Afganistan’da Taliban harici su sorunları da var. Kanalizasyon gibi bir sistem; örneğin yokmuş. Bu, şu demek insanlar idrarlarını içiyorlar. Orada yedikleri karpuzların, kavunların çok güzel olduğundan bahsetti. Aitlik hissi olduğu için.

Bunu kendimden de örnek verebilirim; İngiltere’ye geldiğimde kendime söz vermiştim; bu yaşa kadar yedik, içtik yeterince Türkçe konuştum bundan sonra “yok”  demiştim. 2. Ay “Offf bıktım, kruvasandan, mısır gevreğinden yok mu acaba bir kahvaltı yeri, lahmacun yiyeceğim bir yer, eve girdiğimde annemin yemekleri koksa, dolma kokusu koksa” diye mızmızlanmaya başlamıştım, içimden kendime şaşırdığım kültürel kodlarım çıkmıştı. Bu da böyle bir şey “aitlik.”

Hayatta hem en kolay hem de can yakıcı tepki “önyargılar”, “şüpheler”..  Hikayesini bilmediğimiz hiçbir olgu, olay üzerine kesin hükümler vermemek mühim olan. İhtiyacımız olan ötekini anlayabilmek bunun adı da “empati.”.

Afganca konuştuklarında ise anladım, Türkçeyle benzeşiyor. Merak etmek, insana farklı kapılar aralıyor. Herkes kendi beyin yapısına göre düşünüyor. Bugün Afganca’yı anlayınca çok mutlu oldum. Sistemin nasıl tek-tip olduğunu şuradan da örneklendirebilirim; dil öğrenirken de kendini tanımak önemli, benim öğrenme yapıma göre somutluk, ben de bir merak uyandırıp bana bir çıktı vermesi lazım. Alfabeyi ezberle deseler ezberleyemiyorum, gerçekten!. Yazım kuralları gibi konular hepsi çok basit, saçma, anlamsız geliyor.  Ama kökleri birbiriyle benzeşen kelimeleri araştır, birleştir, türet, üret ben de merak, heyecan uyandırıyor. Çok dillilik çok kültürlülük böyle doğuyor, küçükken nasıl öğreniyor bu insanlar birden fazla dil derdim şimdi anlıyorum “meraklı” insanlarmış. Geçen yıl İsveç’e gittiğimde Almanca ile benzeştiklerini yine bu merakla fark etmiştim. Latin dillerinde keza öyle İtalyanca, İspanyolca çok benzer, mesela. Farsça ve Kürtçe benzer. Farsça- Fransızca, Cezayirli Tunuslu bir Fransız için Tunus’a gidip yaşayıp Arapça konuşmak çok daha zor olabilir; ancak o sanatçılar mesela şarkılarında Arapça etkisini kullanıyorlar. Sözler Fransızca ancak ritim Arabik. Rusça ve Orta Asya, Balkan ülkeleri dilleri çok benzer. Savaşlar, göçler, egemenlikler ile bağlantılı olarak diller birbiri içerisinden türetilmiş..

Yani asıl ana mevzuya dönecek olursam sistemde her şey çok tek-tip, inanılmaz sıkıcı ve hep bir amaç etrafında. Bu yüzden bu kadar “önyargı” doğuyor sonra onu sistem büyütüyor. Öğrenme biçimlerimiz, düşünme biçimlerimiz.. Kafamızı bize dayatılan kitaplardan, sınavlardan, kurallardan, dayatılan ruhsuz işlerden, düşüncelerden kaldırıp gerçekten öğrenmeyi, tanımayı, sorgulamayı sevmemiz gerekiyor.

“Bildiğiniz gibi değil..”

Bugün gördüğüm iki Afgan kadının hikayesinde de şunu fark ettim ki hikaye toplama merakı ve bunun peşinden gitme tutkusu belki de bambaşka kıtalardan bambaşka hikayeler, deneyimler yaşamamı sağlıyor. Hepimiz birbirimize görünmeyen iplerle bağlıyız. Denk gelmekte bir olasılığın sonucu olabilir mi?

Bilginin, birikimin bir değeri var, bu birikime katkı sunmak için YoldaTV’ye abone olmayı unutmayın. 📚

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir