“Evde Türkiye’deyiz, dışarıda İngiltere’de”
Bu sefer karşımda bugüne kadar gördüğüm o “gurbetçi aile” tabirinden çok daha farklı bir kadın vardı. Hatta ilk gördüğümde beyin göçüyle Türkiye’den son dönemlerde göçenlerden olabilir diye düşünmüştüm ki yanılmışım. Karşımda o günlerin onun bilincini kuvvetlendiren başarılı her iki ülkeye de adapte olmuş birini gördüm… Ama o da aynı cümleyi kuruyordu. “Türkiye’de olsam bu kadar korunarak büyütülmezdim.”
Bu haftanın göç hikayesinin kahramanı Fulya Yalezan, 10 yaşında bir Haziran ayında Londra’ya düşüyor, yolları. Yarına bir hafıza olacak, hikayesini dinlemeye başlıyorum.
Fulya Yalazen kimdir?
Hikayem karışık ve uzun. 10 yaşında İngiltere’ye geldim. İlkokulu Türkiye’de okudum. Okul hayatımı İngiltere ve Kanada’da geçirdim. Uluslararası ilişkiler okudum. Yüksek lisansım Uluslararası Hukuk. Eğitim danışmanıyım. Evliliğim ve işim nedeniyle Türkiye ve İngiltere arasında yerleşiğim.
Bu hikaye nasıl ve neden başladı?
12 Eylül’ün etkilediği, parçaladığı, yurtdışına gönderdiği ailelerin çocuklarındanım. Beş kardeşiz. Buraya geldiğimizde en küçüğümüz 1 yaşındaydı. Babam bizden önce gelmişti. Tekstil sektöründeki mesleğini burada devam ettirdi. 35, 40 senelik bir geçmişimiz var.
10 yaşındaki siz ve şu andaki siz arasında ne gibi farklar var? Burası size neler öğretti?
Şimdi kendimi farkındalığı yüksek bir çocuk olarak görüyorum ama o dönem bunun zorluğunu çok hissettim. Okula gidip İngilizce öğrenmeye başladıktan sonra evin en büyüğü olarak anneme, babamın tercümanlık işlerine, kardeşlerimin okul sorumlulukları gibi işler hep bendeydi. Çevremizdeki akrabaların, eşin, dostunda tüm işlerini ben hallediyordum. Erken büyüdüm. Danışmanlık işine o günlerde başladım, diyebiliriz.
Babamın hep bir kadın başbakan, dış işleri bakanı olmam gibi hayalleri vardı. Şartlar beni o nedenle uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk okumaya sevk etti. Eğitim danışmanlığı işimi çok seviyorum. İnsanlar arası iletişim, başkalarına yardım etmek beni çok mutlu ediyor. Londra’da Büyükelçilikte Basın Müşavirliği çalışanıydım. O zamanlar bu kadar yurtdışı eğitim sektöründe çalışan yoktu. Bu işimin serüveni de öyle başladı. Müşteri kitlem genişledi. İnsanların vizyonuna bir şeyler katmak bana çok şey kattı.
Ailenizin entegrasyon sorunlarıyla ilgili burada neler yaşadınız?
Annenin ve babanın burada organik bağı olmuyor. Ekonomik kaygıları ön planda olduğu ve asimilasyon korkuları çok yüksek olduğu için daha muhafazakar bir yapıya bürünüyorlar.
Ülkedeki sistemsel süreçler, doktor işleri, form doldurma, 13-14 yaşında form doldurma uzmanı oldum. Bu nedenle o dönem gelen aileler burada toplumsal bir bağ kurma zorunluluğu duymadılar. Anne, baba o jenerasyon entegre olamadı. 70’lerde 80’lerde gelenler İngilizceyi anlasalar da bunu kullanma cesaretini göstermediler. Sorumluluklarını çocuklarına yüklediler ve bu da onları topluma entegre edemedi.
Bunlar size neler öğretti?
O dönem çocuksun ve fark etmiyorsun ancak bunların hepsinin bir tecrübe olduğunu düşünüyorsun. Olgunluk getiriyor. Ergenlik yaşamadan yetişkinliğe taşınıyorsun ve bu da aslında bir dezavantaj. İngiliz arkadaşlarımızla gezemezdik. Evde İngilizce konuşamazdık. Evi İngiliz arkadaşlarımız arayamazdı. Hep Türklerle arkadaş olurduk. Türkiye’de büyüyor olsaydım bu şekilde korunmazdım. Başka bir kültürü öğrenmek ise güzeldi. Buradaki öğrencilik yıllarımda çok mutluydum. Kız lisesine gidiyordum. O dönem karşı cinsten de çok sakındık. Bu eğitimin eksi ve artıları var. Eğitim danışmanı olarak baktığımda ancak Türkiye’de olsaydım karma bir eğitim alırdım.
Adaptasyon sürecinde neler yaşadınız?
Evde Türkiye’de kapıdan çıkınca İngiltere’de bir hayat yaşadım. Türkçe benim doğal ortamım. Hiç İngiliz yemekleri yemezdik, evde. Sadece Pazar günleri Sunday roast yapardık o da ev yemeği olarak adlandırılırdı. Evde ayakkabı çıkarılması çok önemliydi eve gelen tamircilere ilk önce bu söylenirdi.
İki ülke arasında denge nasıl kurdunuz?
Kültürü anlayabilmek ve yaşayabilmek için dile hakim olmak çok önemli. Dili öğrenmek gerekiyor. Uçakta acil durumlar için nasıl diyorlar maskeyi önce kendine sonra yanındakine diye aynı şekilde önce kendiniz adapte olup sonra çocuklarına takmamalılar. Benim ailemle yaşadıklarımı bu dönemde gelenler yaşamamalı. Kabuğundan çıkıp gettolaşmaktan kaçınmak önemli.