“Türklüğümü saklamaktan kendimden nefret etmeye başlamıştım”
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın” adlı şiirinde şöyle der;
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında,
Yekpâre, geniş bir ânın, parçalanmaz akışında.”
Göçmenin bir hikayesi var-mış: “Arada kalıyoruz” serisinin bu haftaki konuğu Onur Sevigen.
Kendisi İngiltere’de doğup büyüyen biri, kökenleri ise Türkiye’den gelen bir aile yapısına sahip. Göç olgusunu akış olarak tanımlıyor. Annesinin Türkiye’den İngiltere’ye yolculuğu ardından İngiltere’de bir yaşam kurmasıyla ilgili akıştı bence, diyor. Tıpkı kendisinin tersine bir göç yaparak Türkiye ve İngiltere arasında bir hayat kurması gibi. Göçmen bir ailenin Doğu Londra’da doğup büyüyen bir ferdi olmanın içerisinde çok fazla zorluk barındırdığını vurgulayan Onur, her iki ülkeye de tam olarak ait olamama ile ilgili biseksüellik tanımını veriyor. Her iki cinsten hoşlanıyorsun ama her ikisinden hoşlandığını söyleyemiyorsun, tam anlamıyla kendin olamamak. Toplum tarafından her iki tarafta da hep bir arada ve seçim yapmak zorunda bırakılmak.” diye ifade ediyor.
Onur, genç bir yetenek. Sanatçı, müzisyen, prodüktör olarak kendisini tanımlıyor. İngiltere’de müzik alanında aldığı eğitimler ile beraber, yeteneği Martin Garrix, Labrinth ve Goldlink gibi isimler tarafından ilgi görüyor. Türklüğümü üzerimde bir leke olarak taşımak istemiyordum bu yüzden pandemi döneminde Ediz Görgülü ’ye prodüksiyon yapmaya gittikten sonra Doğu ve Batı müziğini harmanladığım eserler yaratarak Türkiye ve İngiltere arasında yaşamaya karar verdiğini belirtiyor.
Kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettin mi diye sorduğumda ise İngiltere’deki Brexit sürecinde evinden çıktığında gördüğü “70 milyon Müslüman Türk, Avrupa’ya katılıyor.#beleave” yazılı hükümet afişi, Müslüman olduğu için işinden atılması, kürek takımında koçları tarafından uğradığı haksızlık, anadili Türkçe olduğu için İngiltere’de alınan seçmeli 2. dil dersinin verilmediğini, isminin Türkçe olmasından, sakalının biraz uzadığında gördüğü bakışlardan ve Türkler kendilerini Suriyeli olarak görmese de İngiltere’de Suriyeli olarak algılatıldığından bahsediyor ve ekliyor; “İngiltere’de Türkler ’de beni çok içine almadı. 22 yaşında ilk Türk arkadaşım oldu ve Türkiye’ye gittiğimde orada da başka şekilde kabul görmüyorsun. İki tarafta birbirine çok yabancı ve öteki…”
Bu cümleleri dinlerken Yönetmen Ken Loach’ın son filmi olarak seyircisine veda ve bir miras bırakıyorum diye gala yaptığı eseri “The Old Oak” sahneleri gözlerimin önünden geçti. Film, göçmenlik karşıtlığını konu alırken aynı zamanda İngiltere’nin birçok sorunsalını ele alan eleştirel bir bakış ortaya koyuyor. İngiltere’nin kuzeyinde bir kasabanın ekonomik olarak yaşadığı krizler ve ardından Suriyeli göçmenlerin kasabaya yerleşmesi ile yaşanan sosyolojik karşıtlıklar, gerilim, çatışma ve sonrasında öteki ile karşılaşarak gelen bir umut, dayanışmayı ortaya koyuyor. Sınıf odaklı yaşanan çatışmada insanların birbirlerine yakınlaşarak yabancılaşma ile gelen düşmanlık, birbirleriyle karşılaştıkça, tanıştıkça iyiliğe doğru eviriliyor.
Brexit sürecinde Onur’un gördüğü reklam panosunun dijital alanıyla ilgili Gazeteci Carole Cadwalladr-Facebook’un Brexit’teki rolü üzerine Tedx konuşmasında yaptığı araştırmadan bahsediyor;
“2016 Haziran ayında Brexit oylaması ardından çalıştığım gazete beni bir rapor yazmam için Güney Galler’e gönderdi. Ebbw Vale isimli küçük bir şehire gittim. Buradaki insanların %62’si İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması için oy kullanmıştı. Şehirde ise hiç göçmene rastlamamıştım. Göçmenler hakkında söylenenlere ise şaşırmıştım. Polonyalı bir kadınla tanıştım, o da tek göçmenin kendisi olduğunu söyledi sonra istatistiklere baktığımda Ebbw Vale’in ülkede göçmen oranı en düşük yerlerden biri olduğunu fark ettim. Yani şaşırıp kalmıştım çünkü insanların bu bilgileri nereden edindiklerini anlayamıyordum; çünkü göçmenlik hakkında tüm bu haberleri yapan sağ eğilimli tabloid gazetelerdi. Bu şehirse oldukça sol eğilimli çalışan kesimdi; ancak makale yayınlandıktan sonra bir kadın benimle iletişime geçti. Ebbw Vale’dendi ve bana Facebook’ta gördüğü tüm o şeylerden bahsetti. ”Nasıl şeyler?” dedim. O da bana göçmenlik hakkında korkutucu şeyler olduklarını söyledi, özellikle Türkiye hakkında. Ben de onları bulmaya çalıştım. Ama hiçbir şey yoktu. Facebook’ta hiçbir şeyin izi yoktu, her şey tamamen karanlıktaydı.”
Zihnimin içerisindeki bu cümleler üzerinde düşünürken yaşam politik mi umutta politik midir diye soruyorum, içten içe kendime… ve ardından Batı kültürü ve Doğu kültürünü ezgilerinde birleştiren, eserlerinde bir aykırılık yaratarak ötekileştirilen yanını süper bir güce dönüştürme çabasında olan Onur Sevigen’e sormaya başlıyorum;
Kendinden bahseder misin? Onur Sevigen kimdir?
Bir sanatçı, prodüktör, ses mühendisi. Londra’da doğup büyüdüm. Pandemi sonrası ise Türkiye ve İngiltere arasında bir yaşam sürdürüyorum.
Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı?
Pandemi sürecinde İngiliz bir albüm çalışması yapan Ediz Görgülü‘ye prodüksiyon yapmak için Türkiye’ye gitmiştim. Türkiye’de kaldıkça Türk müziği içimde bir his uyandırdı. Bu yüzden Türkiye’de kalmak istedim.
Hikayem, Doğu Londra’da doğmam ile başladı. Annem beni müziğe olan yeteneğimden dolayı müziğe yönlendirmişti. Ergenlik döneminde arkadaşımla harçlığımız olsun sinemaya gidelim diye sokak müziği yapmıştık oradan bir gelir elde etmiştik, o gün pop müzik yapabileceğimi düşünmüştüm. Müzik hikayem bu şekilde başlamıştı. Üniversite yıllarımda ücret almadan barlarda çaldım. O zamanlar sosyal medya bu şekilde yaygın değildi, yetenek keşfediciler beni keşfetti. Prodüktörlerle eşleştirildim. Üniversiteyi bitirdikten sonra çıkardığım şarkılar ilgi gördü ve bu şekilde devam ettim.
“Türkiye’ye gittiğimde üzerimden bu lekeyi atıp kendime bir fırsat buldum.”
O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?
İngiltere bana bireysel olmayı, kendi ayaklarımın üzerinde durmayı, sanata olan bakış açımı, batı felsefesini öğretti. Bu ülke sanata, sanatçıya tapıyor. Özgün olman gerektiğini öğretiyor.
Türkiye’de politikacılar, askerler ilahlaştırılırken İngiltere’de sanat ve sanatçılar. İngiltere beni bu bakış açısına hazırladı.
Bir yandan da İngiltere’de Türklüğümü saklamaktan o kadar sıkılmıştım ki adım Onur, sakalım çıksın, tipin belli oluyor. İnsanlar sana farklı davranıyor. Burada doğup büyüdüm ama bana neden farklı davranılıyordu? Çocukken görmüyordum bunları ancak büyüdükçe fark ettim. Biseksüsel hissediyorsun, yaşıyorsun ancak sadece bir cinsten hoşlandığını söylüyorsun, gibi. Tam anlamıyla kendin olamıyorsun. Üzerinde bir leke olarak görüyorsun. Türkiye’ye gittiğimde üzerimden bu lekeyi atıp kendime bir fırsat buldum. Bunu süper bir güce çevirebilirim diye düşünüp böyle bir yolculuğa çıktım.
“Batı felsefesinde yaptığın işin bir değer üretmesi lazım,
İngiltere’de kopyalama kültürü yok”
En şaşırdığın olaylar?
Bir toplumun içerisinde olunca fark etmiyorsun aslında İstanbul’da yaşayıp Topkapı Sarayına gitmemek gibi çünkü çok önemsemiyorsun. Her iki ülke arasında gidip geldiğim için farklar artık daha çok gözüme batıyor. Buradaki kafa yapısı, kaygılar çok farklı. Türkiye’de çok farklı. Fakir olursan ol burada yaptığın sanatla, statü ve saygı kazanmak önemli. Burada yaptığın işin aykırı olup bir değer üretmesi lazım. Buradaki insanlara da bu yüzden kaloriferini yakamıyorsun hala sanat diyorsun, aceleci davranmıyorsun mantığını anlatamıyorsun.
“Türkiye’de para için ruhunu, kardeşini, babasını, ailesini satan insanlar var.”
Türkiye’de para için ruhunu, kardeşini, babasını satan insanlar var. Mazeretleri ise ekmek parası için yaptım, oluyor. İngiltere’de kopyalama kültürü yok, yaptığın işin değer görmesi için özgün olması gerekiyor.
“Mizahım, hayata bakışım İngiltere’den geliyor”
Arada kalmak sana ne ifade ediyor?
Mizahım, hayata bakışım İngiltere’den geliyor. Türkiye’de ise doğu müziğinden beslenerek müziğime bir aykırılık kattım. Böyle arada kaldığım bir durumu kültürel bir değere dönüştürmüş oldum.
“Benim ailem 2. Dünya Savaşında savaşmadı. İngiltere’de benim ailemin bir kökü yok”
Türkiye’ye gittiğinde ne hissediyorsun özellikle ilk gidişindeki his neydi?
8 yaşında Annem beni Çanakkale’ye götürmüştü, duygusal oldum çünkü İngiltere’de benim ailemin bir kökü yok. Benim atalarım 2. Dünya Savaşında savaşmadı. Kendimi İngiliz kültürel anlamda hissediyorum. O zamanlar Avrupa yakası vardı. Onu izliyorduk, sevmiştim.
“Hayat, koca bir kitap; her sayfayı okumak bir deneyim”
Gitmek mi? Kalmak mı?
Annemin İngiltere’de kalmasını sorgulamıştım. Annem buraya yetkinlikler toplamak için gelmişti; ancak akış onun burada kalmasını sağlamış. Hayatımı ikisinin arasında görüyorum. Gitmek desen 2. sayfadasın, kalmak desen 1. sayfada kalmışsın. Hayat, koca bir kitap; her sayfayı okumak bir deneyim.
“Avrupa ırkı olmayan herkes görüyor.”
Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?
Çok gördüm. Avrupa ırkı olmayan herkes görüyor. Okula ilk gittiğimde anadilim Türkçe olduğu için sanki İngilizce konuşamıyormuşum gibi ikinci dil dersi vermediler. Cambridge’de okuduğum için standart İngiliz kafasını gördüm. Brexit sürecinde Türkiye’ye karşı yapılan ırkçı hükümet talebesi gördüm. Kürek takımında koçlarım tarafından ayrımcılığa uğradım.
“Akışta olan şeyler beni olduğum yere getirdi.”
Göç, Göç-menlik sence ne demek?
Akış, bence. Annemin planı burada kalmak değildi. Benimde Türkiye’ye gidişim orada kalışım bir plan dahilinde değildi. Akış beni bu şekilde bir yaşama sürükledi. Akışta olan şeyler beni olduğum yere getirdi.
“İngiltere’de ilerlemiyorsan ölmüşsün mantığı var”
Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun?
Kriz var. Burada aile desteği olmadığı için bireysel anlamda daha kötü. Türkiye’de insanlar kanseri çözemedim diye moralleri bozulmuyor ancak burada bozuluyor. Buradaki çalışma kültüründe ileriye gitmiyorsan ölmüşsün demek. Buranın çalışma kültürü bu yüzden daha toksik. Türkiye’de keyif daha fazla.
Buraya geldiğin için hayatında neler değişti?
Şu anda yaptığım müziğin eğitimini buradan aldım, burada öğrendim. Bunlar beni çok besledi. Keyif anlayışım Türkiye’ye gidince farklılaştı
“Türkiye’de üç kuruşun hesabının yapılmaması güzel bir şey”
Neler bilmiyordun, neler öğrendin?
İnsanlar üç kuruşun hesabını yapmıyor, Türkiye’de çoğu İngiliz’e göre daha misafirperverdim. Türkiye’de üç kuruşun hesabının yapılmaması güzel bir şey.
Ruhun ve kalbinde burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?
İkisinde. İngiltere, benim annem gibi Türkiye aşırı toksik sevgilim gibi.
“Türkiye’de benzersizlik yok, kopyalama isteğiyle dünya starı olabilme hayali var”
Deneyimlerinden eklemek istediklerin?
Burada bir ego var, aykırılık var burada kopya çekmeyi kimse hazmedemiyor; çünkü böyle yetiştirildik. Türkiye’de benzersizlik yok, enjekte etme isteğiyle dünya starı olabilme hayali var.