Dr. Mesut Erzurumluoğlu: “Türkiye emniyetli mi?” diye soruyorlar

“Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün, her zaman başarılı olacak bir yol vardır. Hayat varsa, umut da vardır” Stephen Hawking’nin bu sözlerinde ve başarılı her insandan duyduğumuz cümleler…

Köprüden önce mutlaka son çıkış vardır, misali. Bu haftanın konuğu da aynısını vurguluyordu.. “Hayat toz pembe olmasa emek ve fedakarlığın karşılığını eninde sonunda alıyorsunuz.”

Bu hafta sahne başarılı bir bilim insanında. Kazanılmış başarıların görünmeyen buzdağında görünmeyen gözyaşları, yorgunluk, tükenmişlik, stres, finansal sorunlar, manevi kaygılar, zor insanlarla mücadele, tonca başarısızlık ve daha fazlası var.

Kuşkusuz Dr. Mesut Erzurumluoğlu için de bu böyle. 12 yaşından beri yaşadığı İngiltere’de edindiği çokça başarı var. Ankara’dan Cambridge’ye oradan Almanya’ya uzanan bir yolculuk. Kendisini bir göçmen ya da Türk kökeninden ziyade Bilim İnsanı, Araştırmacı, iyi bir eş, aile babası, güvenilir, yardımsever, çalışkan bir insan kimlikleriyle tanıtıyor ve bunlarla önde olmak istediğini belirtiyor.

Şimdi hikayesini dinlemeye başlıyoruz.

Ne zaman geldin? Bu hikâye nasıl ve neden başladı? O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?

Ailecek iki defa geldik İngiltere’ye, 1989 ve 2000 yıllarında. 2000 yılında babamın doktora çalışmaları için gelmiştik. 4 sene beraber yaşadıktan sonra ailem geri döndü. Ben ve erkek kardeşim İngiltere’de kaldık. 16 yaşımdan beri hem okuyorum hem de çalışıyorum. 2016 yılında evlendim, 4 yaşında bir oğlum var.

Çocukken futbolcu olma hayalim vardı. Büyüdükçe farklı alanlar ilgimi çekmeye başladı. O zamanlar geleceğin mesleği olarak adlandırılan genetik bölümünü seçtim. Leicester Üniversitesinde Genetik bölümünü okudum.  Babam eski kriminolog olduğu için bana hep Prof. Alec Jeffreys’in Leicester Üniversitesi’nde keşfettiği “DNA fingerprinting” (adli tıbbi tamamen degiştiren ‘DNA parmak izi’) tekniğinden bahsederdi.

İkinci yılımda Prof. Alec Jeffreys’dan ders aldım. 2011 yılında yüksek lisans yapmadan 4 yıl tam burslu doktora kazandım. Birçok makalem atıf aldı. 32 yaşında Cambridge Üniversitesinde Uzman Araştırma Görevlisi oldum.

Birçok prestijli ödül aldım. Leicester Üniversitesi mezunları tarafından 2020 Geleceğin Lideri ödülüne layık görüldüm. Şimdilerde Dünyanın en büyük şirketlerinden birinde uzman araştırmacı olarak çalışıyorum. Şirketin ilaç portföyüne insan genetiği verilerini kullanarak katkı sağlıyorum. Bu beni hem mutlu hem de motive ediyor.

Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?

Göçmenlerin karşılaştığı en büyük sorunlar dil, kültür ve vize sorunları. Nispeten küçük yaşta geldiğim için gayretli, meraklı olduğumdan dil ve kültür sorunum olmadı.

7-8 sene İngiliz vatandaşı olmadığım için devletin lise ve üniversite yıllarında her öğrenciyle verdiği bursları almak konusunda büyük sıkıntılar yaşadım.

Babamın da maddi durumu çok iyi olmadığı için bu burslar olmadan üniversite okumam neredeyse imkânsızdı.

Bu yazmadığım danışman, yazmadığım mektup kalmamıştı. Bu yüzden eğitimime iki sene ara vermek zorunda kalmıştım.

Babam, ben bir sene ara verdikten sonra, bir sene daha kaybetmeyeyim diye elinde avucunda ne varsa verip, 2007’de Leicester Üniversitesinde okumam için ilk yılın ücretini ödemişti. Tam bu sırada Avukat olan bir aile dostumuz bize Gaye Gürol adında bir Türk’ün Köln belediyesine karşı Avrupa Adalet Divanında (ECJ) kazandığı bir davanın metnini gönderdi.

Bu karar sayesinde Avrupa’da yaşayan her (vatandaş olmayan) Türkiyeli işçi çocuğu üniversiteler tarafından Avrupa Birliği vatandaşlarıyla aynı statüde kabul edilmek zorundaydı. Uzun çabalar sonrasın Child of Turkish Worker statüsünü kabul ettiler.

Bana en çok gelen sorulardan biri İngiliz hocalar çok soğuk; nasıl çalışıyorsunuz diye soruyorlar. Sizin hocanızdan, onların da sizden ne beklediğini bilmek önemli.

Çok yoğun olduklarını akılda tutarak ona göre hazırlanarak görüşme talep etmek lazım. Bir de sadece İngilizceyi öğrenmeye değil, İngiliz (ya da hangi ülkeden/kültürden insanlarla çalışıyorsanız onların) kültürünü öğrenmeye de vakit harcamanız lazım. İngiliz, İspanyol, Alman, Çinli ve İskoç hocalarım oldu. Hepsiyle de aram iyiydi.

Göçmen çocuğu olmanın ekstradan bir avantajı var mı bilmiyorum; fakat insan biraz meraklı ve gayretli olursa hem kendi kültürünün hem de Britanya’daki çok kültürlülüğün meyvelerini toplayabilir. Onlarca milletten arkadaşım var ve hepsinden az ya da çok bir şeyler kaptım.

Baslarda dil, kültür ve vize sorunları yaşıyorsunuz fakat İngiltere’de ırkçılık çok ciddiye alındığı için öğretmenlerin ya da iş verenlerin size alenen bir ayrımcılık yapması çok zor.

Ben iki sene farklı kebap dükkanlarında da çalıştım; bu sektörde çalışanların bazıları benden farklı şeyler söyleceklerdir; fakat ayak takımı tiplerin içkiliyken söylediklerini genel halka mal etmek doğru olmaz.

Ayrıca İngiltereliler Türkiyeli göçmenler nispeten yeni olsalar da, Güney Asyalı (Hindistan, Pakistan ve Bangladeşli çok) ve Karayipli göçmenler uzun zamandır buralarda yasadıkları için farklı kültürden insanlarla beraber yasamaya alışmışlar.

Bunları söyledikten sonra şunu da eklemem lazım: Eğitim Bakanlığının (Department for Education and Skills) 2007’de yayınladığı bir raporda Türk/Kürt öğrenciler ortaokulda en basarisiz etnik gruptu. 2010’da yine buna benzer sonuçların yayınlandığı başka bir grubun raporunu daha okudum. Umarım durumlar son 10 senede iyileşmiştir fakat buraya gelen ilk jenerasyon Türk/Kürt ailelerin önceliği para olduğu için çocuklarının da eğitimlerine odaklanıp sıcak paraya yüz çevirmeleri çok zor.

Almanya’da olduğu gibi bir – iki jenerasyon sonra Türk/Kürt kökenli insanların sesini İngiltere’de de daha çok duyacağız.

Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun?

Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü önemsiyorum. Oğlumun da Türkçeyi iyi öğrenmesi için gayret gösteriyoruz, eşimle. İyi bir akademik eğitimin dışında İngilizlerin genel kültürü, nezaketi ve sadeliğini, Almanların is disiplini ve ahlakını, Türkiyelilerin de sıcaklığı ve bonkörlüğünü kazanması için çabalayacağız.

“Türkiye emniyetli mi?”

İngiltere’de gördüğün Türkiye algısı nasıl?

Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye algısı ben çocukken çok çok daha iyiydi. Müslüman, Hristiyan, Hindu fark etmez, arkadaşlarım ve hocalarım aileleriyle tatile hep Türkiye’ye giderlerdi.

Şimdi de eşleri/sevgilileriyle gidenler var fakat artık gitmeden “Türkiye emniyetli mi?” diye soruyorlar bana.

Ruhun ve kalbin de burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Ülkemi seviyorum ve Türk gençlerine vaktim el verdikçe farklı mecralardan maddi-manevi destek vermeye çalışıyorum ama milliyetçi değilim.

Yaşadığım toplumu ilgilendiren yönüm olarak Türk kökenimden ziyade bilim insani, araştırmacı, iyi bir eş, aile babası, güvenilir, yardımsever, çalışkan bir insan gibi kimliklerimin önde olmasını isterim. İngiltere’de kozmopolit bir ortamda büyüdüm ve bunu benimsedim; dünyanın her kıtasından arkadaşım, birçok mutfağa ilgim var. Bence kahvaltıda en iyisi Türk kahvaltısı.

Bilimin üstünlüğüne inanan, rasyonel kalmaya çalışan, araştıran, açık görüşlü bir dünya vatandaşı olduğumu düşünüyorum. Esimle Leicester’da bir Sih mâbedinde, kültürel bir faaliyette tanıştık. Rol modellerim hep bilim insanları veya entelektüeller oldu. Oğlumuzun ismini dahi Isaac Newton’dan esinlenerek Isaac Ali koyduk. Kedimizin ismi de Newton.

İngiltere’deki deneyimlerinden eklemek istediklerin? En şaşırdığın olaylar?

Çok mutlu bir çocukluk ve eğitim hayatı geçirdim Leicester’da. 2000 yılında sınıfa ilk girdiğim gün beni arkadaşlarım “Hoş geldin” ve “merhaba”larla karşıladılar.

Meğer  sınıf ögretmenim Karen Holman, benim hiç İngilizce bilmediğimi önceden öğrenmiş ve arkadaşlarıma “ona kendisini evinde hissettirelim” diye Türkçe kelimeler dağıtmış.

Diğer öğretmenlerim de çok yardımcı oldular bana: örneğin Fen Hocam ilk dönemlerde sınavlara sözlükle girmeme izin vermişti. Matematik hocam ise sınıfta en düşük notu ben almama rağmen alt sınıfa yollamamıştı, haksızlık olur diye. Ben de gayretli ve bir ise kafasını koyduğu zaman çabuk kavrayan bir çocuktum; 6 ayda İngilizcem iyi bir seviyeye gelmişti.

Tabi ki bugünlere kolay gelmedik; ailemin ve benim sayılamayacak kadar fedakârlıklar var arka planda: finansal sorunlar, vize sorunları, psikolojik sorunlar; fakat ben doğru şeyleri yaptıkça beni hiçbir şeyin durduramayacağını biliyordum.

İngiltere’deki eğitim sisteminin bana göre en iyi tarafı da insanlara bazılarımıza az, bazılarımıza biraz daha fazla ama hata yapma sansı veriyor ve hayat toz pembe olmasa da emek ve fedakarlığınızın karşılığını eninde sonunda alıyorsunuz.

NOT: Göç hikayelerinin tamamını buradan izleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir