Arzuları nasıl yönetiriz?

#bikahvelikyazılardabugün

İçeriğin iyileştirici gücüne inanıyorum. Buna çok küçük yaşlarda da inanıyordum. Ancak artık başkalarını iyileştirdiğine yönelik dönüşler alınca, “işte gerçek oldu.” diyorum.

Hikaye toplama meraklısıyım.

Geçenlerde Naval Ravikant’ın podcastinden bahsetmiştim. O podcastte arzu kavramı üzerine düşündürücü noktalar vardı.

Şimdi size gündelik hayattan bir hikaye anlatacağım. 4 yıldır, eşini, çocuğunu tanıdığım bir abi var. İdeolojik bir kültürü olan, dayanışmayı seven bir aile. Bazı zamanlarda cafesine gider, yemeğini yerim. Çalışma aralarımda uğrarım. Sohbet ederiz, İlkokul mezunu olmasına rağmen okumaya meraklı, fikir tartışmalarını seven, okuyan insandan yol, akıl, bilgi almak isteyen biridir. (Biliyorsunuz bazı diploması olan insanlar gibi bazı diploması olmayan insanlarında kibri büyüktür.)

Yine uğradığım bir gün Hocam, bana iş arayan birilerini bulur musun diye dert yandı. Ne oldu … abi dedim. Yanında iki tane Brezilyalı kadın çalışıyor. Birisi 24 yaşında, 17 yaşındayken çocuğu olmuş ve şimdi Londra’ya gelmiş; burada çalışıp çocuğuna para yolluyormuş. Londra’da da sevgilisiyle beraber yaşıyormuş. Diğeri de yine 20’lerinin başlarında biri.

Cafe’de çalışan şefler ise Türkler. Ve o Türklerden biri bu Brezilyalı garsonlardan birinin ablasıyla, sevgili oluyor. Şefin profili şöyle; Dindar, evli ve sevgili olduğu kızın yaşında bir kızı var. (30 yaş fark olabilir, aralarında)  York şehrinde bir ev tutuyor ve eşine de orada cafe açtıklarını, yemek yapmaya gittiğini söylüyor. (Başını yastığa rahat koyamadığı için beş vakit namaz kılıyor olabilir.) Diyorum ki ee abi kız nasıl kabul ediyor, bilmiyor mu evli olduğunu ? O parasını yiyor, burada tutunacak bir şeyleri yok, diyor. Ee diyorum bu adam hiç mi utanmıyor, eşinin yüzüne bakarken diye sormadın mı? Eşini sevdiğini söylüyor, ben bulaşmak istemiyorum, diyor. Ve beni de sürekli Brezilyalıların partisine çağırıyorlar, diyor. Ben eşime sadık olduğum için bana sürekli laf atıyorlar dediği an dedim ki “abi bak çok tehlikeli noktadasın, arzularına seslenmeye çalışıyorlar.

Peki, bunlara yanlış demek onlara karşı gelmem önyargı mı dedi?

Mutsuzsa eşinden ayrılabilir ancak buna cesareti yok. Belki ergenliğini yaşayamamış, baskıcı bir ailede büyümüştür. Birçok etken var, bunları bilemem, yaşam hikayesini bilmem gerekiyor. (Hayatında hiçbir özbenlik, irade, kültür edinememiş, hayatla bağ kuramamış biri elinde paranın gücü varsa fırsatını yapabileceği en mümkün şeylerde var eder, kendini. Şu anda o bu yaptığıyla belki de kendine toplumda bir güç elde etmiş gibi görüyor) Yargılamış olurum. Benim doğrularıma göre asla doğru değil, elbet dedim.

Ancak bu benim doğrularım. Onun doğrusunun olmaması onunla ilgili. Neye focuslanırsak o oluyoruz, dedim ona, yeme biçimlerimizin dahi zihnimizi nasıl değiştirdiğini açıkladım ve Kafka’nın Dönüşüm kitabındaki hamamböceği metaforundan toplumsal lağım kokusunun örneğini verdim; “Yabancılaşma”  Ve insanın sürekli bir dakika “ben ne yapıyorum” diyebilmesi, belki yüzeysel olarak düşündüğünde de.. İnsanız ve gerçekten çok değişik bir canlı türüyüz. Net bir cevap yok.

Yaşadım, diyebilmek inançla, umutla, iradeyle, bilinçle, dirençle, aydınlıkla diyerek buluruz birilerini, sen sevdiğin, doğru yoldan sakın vazgeçme diyerek gülerek ayrıldım, sonra içimden ne hayatlar var dedim,  “çok şükür” , “anneme, babama, kendime teşekkür ettim. İyi insanlar çıksın karşımıza, dedim. O küçük bebeği düşündüm. Doğmayı o seçmemişti; ancak şu an annesizdi. Kimbilir, Brezilya’da nasıl bir hayatı vardı.  Elif Şafak’ın On Dakika Otuz Sekiz Saniye romanında okuduğum metinlerin sahneleri aklıma düştü…

Bunu yazarken de aklıma geçen yıl okuduğum Pakistanlı Malala’nın hayat hikayesini anlatan kitap geldi. O zor şartlarda devrim yaratmış bir kız çocuğunun lider bir kadına dönüşmesinin hikayesinde ana etken olan kişiler vardı. Ona destek olan güç veren bir baba vardı, mesela..  Bu kızlarında karşılarına hayatlarını değiştirecek bir tılsım çıkması için dilek diledim ..  (Komik bir şeyle yazıyı bitirip şu focuslanma olayıyla ilgili bir örnek vereceğim, yemek yapmayı ve yemeyi çok seven z kuşağından bir kardeşim var; boyu 1.95 olmasına rağmen bu yemek sevdasından bence biraz kilo aldı. Ben de kilo aldığını bu yemek videolarını izlememesi gerektiğini, kiloyu spor yaparak vermesi gerektiğini, sağlam kafa sağlam vücut kamu spotu geçince  esprili bir tepkisellikle “Abla, ne yapıyım instagram’da yemek videosu izlemesem kızların makyaj, kıyafet videolarını mı izlemeliyim o mu iyi dedi; çok güldüm, karikatür gibi bir sahne yaşadık.

Neye fokuslanırsak o oluyoruz.  Seçim, farkındalık ellerimizde.

Günün tavsiye kitapları;

Kafka- Dönüşüm

Elif Şafak- On Dakika Otuz Sekiz Saniye

Beyin- David Eaglema

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir